İstismam Ne Demek? Toplumsal Yapıların ve Bireylerin Etkileşimi Üzerine Bir Sosyolojik Analiz
Bir araştırmacı olarak, toplumsal yapıları ve bireylerin bu yapılarla olan etkileşimlerini anlamaya çalışırken, çoğu zaman gözlemlerim beni toplumsal normlara ve kültürel pratiklere yönlendiriyor. Toplum, bireyleri şekillendiren bir ortam olduğu gibi, bireyler de toplumun şekillenmesinde aktif bir rol oynar. Bu karşılıklı etkileşimin sonuçlarından biri ise “istismam” kavramıdır. Peki, istismam ne demektir? Sadece bireysel bir problem mi, yoksa daha derin, toplumsal bir mesele mi? Toplumsal normlar, cinsiyet rolleri ve kültürel pratikler çerçevesinde istismamı incelemek, bu sorunun yanıtını bulmak açısından önemlidir.
Toplumsal Normlar ve İstismam
İstismam, bir kişinin, diğer bir kişiye, genellikle güç ve kontrol ilişkisi içinde, fiziksel, duygusal, psikolojik ya da cinsel zarar vermesi olarak tanımlanabilir. Ancak, istismarın daha derinlemesine anlaşılması, toplumsal normların ne şekilde şekillendiğine ve bunların bireyler üzerindeki etkilerine bağlıdır. Her toplumun, bireylerin nasıl davranmaları gerektiğine dair belirlediği normlar vardır. Bu normlar, cinsiyet, sınıf, yaş, etnik köken ve diğer toplumsal faktörlere dayalı olarak şekillenir ve toplumun değerlerini yansıtır.
Toplumda, bir kişinin güç dinamiklerini kontrol etmesi genellikle ona daha fazla “değer” verir. Bu değer, bazen ekonomik kazanç, bazen ise fiziksel ya da duygusal kontrol olarak kendini gösterebilir. İstismam, bu güç dinamiklerinin yanlış bir biçimde kullanılmasıdır. Özellikle ataerkil toplumlardaki erkeklerin güçlü, baskın ve kontrol sahibi olması beklenen rolleri, kadınların ise daha çok ilişkisel bağlarda, duygusal olarak daha kırılgan ve destekleyici olmaları beklenen rolleri, istismarın temel dinamiklerinden biridir.
Cinsiyet Rolleri ve İstismam
Cinsiyet rolleri, toplumda erkeklere ve kadınlara atfedilen belirli davranış biçimlerini ifade eder. Erkekler genellikle güç, rekabet ve dış dünyaya açılma gibi “kamusal” rollerde yer alırken; kadınlar daha çok “özel” alanda, yani ev içi ilişkilere, bakım ve duygusal bağlara odaklanır. Bu yapısal farklılıklar, erkeklerin güç ve kontrol sahibi olmasına, kadınların ise bu güç ilişkilerinde daha savunmasız olmasına yol açar.
İstismam, çoğunlukla erkeklerin, kadınlar üzerindeki güç ve kontrolünü pekiştirmek amacıyla işlediği bir davranış biçimi olarak görülse de, kadınlar da bazen toplumsal yapıdan beslenen manipülatif ilişkiler içinde benzer davranışlar sergileyebilir. Erkeklerin, toplumsal yapının sunduğu işlevsel gücü kullanması; kadınların ise, ilişkisel bağları güçlü tutmak adına daha bağımlı hale gelmesi, bu etkileşimin alt yapısını oluşturur. Erkeklerin, kadınları duygusal, psikolojik veya fiziksel olarak baskı altına alması, aslında toplumsal bir yansıma ve yapılanmanın sonucudur.
Örneğin, toplumsal olarak kadının “ailenin direği” olarak görülmesi, kadının sorumluluklarının arttığı ve kendi sınırlarını koymakta zorlandığı bir duruma yol açabilir. Bu da bazen kadınların, ilişki içindeki istismara göz yummasına ya da kendilerini baskı altında hissetmesine neden olabilir. Erkeklerin ise toplumsal olarak liderlik ve kontrol sahibi olmaları beklenirken, istismarın bu güç ilişkilerinin kötüye kullanımı olarak karşımıza çıkar.
Kültürel Pratikler ve İstismam
Kültürel pratikler, toplumların geleneksel değerlerine, inançlarına ve yaşam biçimlerine dayalı olarak şekillenir. Birçok toplumda, kadınlar evin içinde “görünmeyen” iş gücü olarak kabul edilirken, erkekler genellikle dışarıda çalışan, toplumda belirgin bir varlık gösteren figürlerdir. Bu kültürel pratikler, cinsiyetler arası eşitsizliği pekiştiren, kadınların daha savunmasız bir konumda olmasına yol açan bir zemin yaratır.
Kültürel pratiklerin içinde yer alan “aile yapısı” anlayışı, kadınları ve erkekleri belirli kalıplara sokarak, onların hem bireysel olarak hem de toplumsal düzeyde davranışlarını yönlendirir. Aile içindeki güç dinamikleri, sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve duygusal baskıları da barındırabilir. “Evde kalma” ya da “çalışma hayatına katılma” gibi toplumsal beklentiler, kadının özgürlüğünü kısıtlayan bir etken olabilir. Bu da istismarın yaşandığı bir ortam yaratabilir, çünkü kadının kendini savunabilme gücü sınırlıdır. Ayrıca, toplumsal olarak kadının görevleri arasında “fedakârlık” ve “sabır” gibi erdemler de yer alır, bu da kadınların istismarı normalleştirmelerine yol açabilir.
Sonuç: Toplumsal Yapının İstismara Etkisi ve Bireylerin Değişim Potansiyeli
İstismam, sadece bireysel bir şiddet değil, aynı zamanda toplumsal bir olgudur. Toplumların erkek ve kadınlara biçtiği roller, istismarın temel nedenlerinden biridir. Erkeklerin güç ve kontrol odaklı yapısal işlevleri ile kadınların daha çok ilişkisel bağlara odaklanmalarına dayalı cinsiyet rolleri, istismarın ortaya çıkmasında önemli bir etkendir. Bu güç dinamiklerinin yerleşik olduğu toplumsal yapı, bireylerin nasıl davranacağını, neyi kabul edip neyi reddedeceklerini büyük ölçüde şekillendirir.
Toplumların normlarını sorgulamak ve bireylerin bu normlara karşı bilinçli bir duruş sergilemesi, istismarın ortadan kaldırılmasında önemli bir adım olacaktır. Cinsiyet rollerinin yeniden şekillenmesi ve kadın-erkek eşitliğine dayalı bir toplumsal yapının kurulması, bu sorunun çözülmesinde temel bir rol oynayacaktır.
İstismarı sadece bireysel bir sorun olarak görmek yerine, toplumsal bir yapı ve kültürel pratikler üzerinden anlamaya çalışmak, bu olguyu daha geniş bir perspektifte tartışmamıza olanak tanır. Peki, sizce toplumda istismarın temel nedenleri nelerdir? Bu yapısal güç dinamiklerinin değişmesi için ne gibi adımlar atılabilir?