Öncüller! Belki de şu an gözünüzde canlanan ilk şey, mantıklı bir sonuca ulaşmak için gerekli temel varsayımlar. Ancak gerçek şu ki, çoğu zaman bu varsayımlar, bizi tek bir doğruya götürmektense, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kendi doğrularımızı ve sınırlarımızı inşa ediyor. Pek çok düşünür ve bilim insanı, öncüllerin sağlamlığını sorgularken, aslında bizleri sınırlayan ve daraltan bir çerçeveye doğru sürüklüyorlar. Öncüllerin, genelde soruları değil, sadece cevapları ne kadar daraltabileceğini hiç düşündünüz mü?
Öncüller, temel olarak, üzerinde güvenle durabileceğimiz ilk kabul edilen fikirlerdir. Ancak, bu ‘ilk kabul’ denen şeyin kendisi aslında ne kadar güvenilir? Herkesin kabul ettiği bir görüş, bir insan grubunun psikolojik sınırlarını zorlayarak onların dışındaki bakış açılarını nasıl dışlayabiliyor? İşte bu noktada, öncüllerin güvenilirliği ve doğruluğu, genellikle sosyal ve kültürel bağlamlarla şekillenir. Ne yazık ki çoğu zaman da bu öncüller, özgür düşünceyi ve yeniliği engelleyen bir kısıtlama gibi karşımıza çıkar.
Örneğin, mantıksal düşünme, erkekler için stratejik bir yaklaşımdır. Kadınlar ise genellikle insan odaklı, empatik bakış açılarıyla problem çözerler. Fakat, bu iki yaklaşımın karşı karşıya geldiği anlarda, bazen öncüller, belirli bir çözümü dayatmak adına objektifliğini yitirir. Erkeklerin “bu işe bir çözüm bulalım” yaklaşımı, kadınların “bu durumu insanlar nasıl hissediyor” sorusuna dair hassasiyetini dışlayabiliyor. Ancak, gerçekten de bu tür bir bölünme, zihinlerimizde kurduğumuz öncüllerin de ne kadar sınırlayıcı olduğunu gösteriyor. Öncülleri sıkıca kabul etmek, bir bakıma zihinsel esnekliği öldürür mü?
Öncüllerin doğruluğu, yalnızca bilgiye dayalı olmamalıdır. İnsanlık tarihi, yanlış kabul edilen öncüller üzerine inşa edilmiştir. Düşünün, Orta Çağ’da evrenin dünya etrafında döndüğü kabul ediliyordu. Bugün, bu fikir bize ne kadar absürd geliyor? Ancak, o dönemde bu, bilimsel bir öncül olarak kabul ediliyordu. Ve bugün bile, bir çok alanda yanlış öngörülerin bizleri yönlendirdiğini görmekteyiz. Bu noktada, öncüller doğru bir bakış açısı sunmaktan çok, mevcut dünya düzenini pekiştirmek için kullanılan araçlar olabilir mi?
Çünkü, düşüncelerimizdeki ‘doğru’yu tanımlarken, toplumun ve kültürün bizlere dayattığı normları da hesaba katmalıyız. Aksi takdirde, yalnızca bir grubun bakış açısına dayalı olarak oluşturulmuş öncüller, dışarıdaki çoklu gerçeklikleri göz ardı edebilir. Kadınlar, toplumsal olarak daha geniş bir perspektife sahip olduklarında, sorunların etrafındaki tüm unsurları daha hassas bir şekilde görme eğilimindedirler. Ama bu aynı hassasiyet, bazen erkeklerin stratejik ve çözüm odaklı bakış açılarını dışlayabilir.
Erkeklerin öncülleri, genellikle daha katı, çözüm odaklı ve kısa vadeli hedeflere dayalıdır. Kadınlarınsa öncülleri, daha çok bireylerin duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarına dayanır. Bu bakış açılarındaki farklar, sorunları ele alma biçimimizi doğrudan etkiler. Toplumsal cinsiyet rolleri, insanların mantıklı ya da empatik düşünme biçimlerini nasıl biçimlendiriyor? Birinin “daha doğru” veya “daha etkili” düşünme şekli olduğu söylenebilir mi? Bu, insanları iki kutu içine yerleştirmekten başka bir şey değil mi?
Birçok kez, empatik bir yaklaşım, çözüme ulaşmaya engel oluyormuş gibi görülür. Oysa, insanlar sadece sayılar ve stratejilerle yönetilebilecek varlıklar değillerdir. Öncüller de sadece somut verilerle belirlenemez. Gerçek çözümler, insanları ve onların deneyimlerini anlama kapasitesinden doğar. Bu sebeple, her iki yaklaşımı dengelemek, önceki sınırlı öncüllerin aşılması açısından kritik olabilir.
Öncülleri doğru ya da yanlış olarak nitelendirsek de, onları evrensel doğrulara dönüştürmek, sadece toplumsal yapıların bize dayattığı bir kısıtlamadır. İnsanlar farklı şekilde düşünür, hisseder ve çözüm arar. Bu farklılıklar üzerinden kurduğumuz öncüller, ne kadar doğru olabilir? Eğer bir kişi, erkekler ve kadınlar arasındaki farklılıkları göz önünde bulunduruyorsa, bu farklılıkları nasıl daha verimli bir şekilde birleştirebiliriz? Ya da belki de öncülleri bir araya getirmenin yolu, onları tamamen reddetmekten geçiyordur.
Bu yazıdan çıkartılacak en büyük ders belki de şu olmalıdır: Öncüller, yalnızca düşündüğümüz dünyayı değil, aynı zamanda hissettiğimiz ve etkileşimde bulunduğumuz dünyayı da şekillendiriyor. O zaman, sorum şu: Hangi öncüller sizi daha geniş bir perspektife taşır, hangi öncüller ise sizi dar bir kutuya hapseder?